30 Nisan 2012 Pazartesi




Yüksek sesle konuşan, asık suratlı bir kalabalık içinde bir 
sessizliği onarmaya çalışmaktan sindi üstüme, bu ezilmiş gül 
rengi acemilik.
Bir kirlenmeden korunmak için susarak yaşadığım her şeyin bir yenilgi olduğunu çok sonra öğrendim. Benim, kıyısında bir saygıyla beklediğim olanak, başkalarının çiğneyip attığı bir sıradanlıktı.
İnsanin acısını insan alir.
Herkesin gövdesiyle varolduğu yerde yüreğini öne süren "bir beyazdım, zenciler arasında" kimsenin başkasının gözünün içine bakamadığı, herkesin çoğalmak için aynasını yanında taşıdığı yankısız bir zamanda, insanları sulara bakmaya çağıran meczup, bir beş**** mevsim simyacısıydım, yanlışını sevip yenilgisini kutsayan...
Bir solgunluktan geliyorum evet... Kıyılarındayım işte tüm kirlenmişliğim, tüm arınmışlığımla
İnsanin acısını insan alir.

Şükrü ERBAŞ

‎"velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim..."


Büyüme sen çocuk,
hep çocuk kal.
Çocukça hayaller,
çocukça eğlenceler ile kal..

29 Nisan 2012 Pazar


"Hayat;
Ne aşk davasıdır,
Ne de ekmek kavgasıdır...

Hayat;
'İnsan' kalabilme mücadelesidir;
Şerefinle, namusunla, onurunla...!!!"

Birlikte gülüyorsanız mutluluktur, Birlikte ağlıyorsanız dostluktur;
Ama birlikte susuyorsanız, bu Aşktır...
Sen onun hayatında bir seçenek isen, 
Onun senin hayatında bir öncelik olmasına müsade etme! 

28 Nisan 2012 Cumartesi

Üzülememek, ne kırçıl bir dürüstlüktür öyle.

DÜNYA DURMAYAN BİR SALINCAKTIR



"Filanca hayatını işsiz güçsüz geçirdi, deriz; bugün hiçbir şey yapmadım, deriz -Bir şey yapmadım ne demek? Yaşadınız ya! Bu sizin yalnız başlıca işiniz değil, en parlak, en onurlu işinizdir: Bana büyük işler çevirmek olanağını verselerdi, neler yapmaya gücüm olduğunu gösterirdim, deriz. Önce siz kendi hayatınızı düşünmeyi, çevirmeyi bildiniz mi? Bildinizse bütün işlerin en büyüğünü görmek için büyük fırsatlara ihtiyaç yoktur hangi mevkide olursa olsun, perde arkasında da, perde önünde de insan kendini gösterir. Bizim işimiz kitap doldurmak değil, ahlakımızı yapmaktır; savaşmak ülke kazanmak değil, yaşayışımıza dirlik düzenlik getirmektir; En büyük en onurlu eserimiz doğru dürüst yaşamaktır. 


Denemeler – Montaigne

27 Nisan 2012 Cuma

Bizim burada DEVLET YOK ki…!!


Bizim burada DEVLET YOK ki…!!

Gaspçı var mesela…
bknz: Vergiler…

Tecavüzcü var mesela…
bknz: 13 Yaşındaki N.Ç.

Katil var sonra…
bknz: Depremde ölenler…

Sabotajcı var ayrıca…
bknz: HES Santralleri ve Doğa

Üçkâğıtçı var tabii…
bknz: Deprem Vergileri nereye gitti?

Yalancı var, muhakkak var…
bknz: Herhangi bir demeç…

Şerefsizler var, olmazsa olmaz…
bknz: Nereye bakarsanız bakın…!!

Hortumcu var… Şarlatan var… Hırsız var… Kalpazan var… Belgede sahteci var…vs…vs…vs….

Bizde her şey var…

Bir tek DEVLET YOK…!!

Peki, bu gördüğümüz ne mi?

Kedidir o kedi…


Kusura bakma dünya, biz seninle anlaşamıyoruz. 
Ya ben sana fazla geliyorum, 
Ya da sen benim hayallerime dar geliyorsun. 
Ayır bizi hakim bey. 
Zaten görücü usulü evlendik. 
Ne ona sordular bunu alır mısın? diye, 
Ne de bana sordular dünya'ya gelir misin? diye...

26 Nisan 2012 Perşembe



Üç yasak rengi seviyorum ve yasak bir alfabeyle yazıyorum şiirlerimi anarşist çiçekler kokluyorum, 
devlet sınırlarını ihlal eden kuşlara yardım ve yataklık yapıyorum, umudun probagandacısıyım..
bütün sözcükleri Barışa örgütlüyorum. 
Artık halkların değil aşkın şarabın ve sevginin ayaklanması var,
ilk eylemde sınırdışı oluyorum bana gözlerini yurt eyle mültecin olayım bana bir kimlik çıkart ben biraz da sen olayım...

Mehmet Uzun

hasankeyf kadar güzel ve ıslak gözlerim.
güneşin doguşu burda başka güzel sevgilim,,
gözlerimden izlemelisin...

Bertold Brecht



"Ey mutsuzlar! Kardeşlerinizi boğazlıyorlar, göz yumuyorsunuz. Çığlıklar duyuluyor; ama siz susuyorsunuz. Aramızda dolaşıp kurbanını seçiyor zorbanın teki, sessiz kalırsak bize dokunmaz diyorsunuz. Bok yiyorsunuz! Ne tuhaf yer burası, sizler nasıl insanlarsınız! Haksızlık varsa bir yerde eğer, ayaklanmalı insan. Ayaklanma olmuyorsa; batsın o şehir yerin dibine! Yansın, bitsin, kül olsun karanlıklar basmadan!''
[Bertold Brecht]

Tolstoy - Vatanseverliğe Karşı


"Genç kuşağı öyle eğitmeliyiz ki, genç bir adam, her şeyi yiyip diğerlerine hiçbir şey bırakmayarak, geçebilmek için zayıf olanı yolun dışına iterek, başkasının muhtaç olduğu şeyi cebren alarak kaba bencilliğini göstermekten şu an nasıl utanıyorsa, o zaman da, ülkesinin büyümesini arzulamaktan aynı derecede utansın; kendini övmek şu an nasıl ahmaklık, maskaralık sayılıyorsa, o zaman da, kendi ulusunu övmek ?yani bugün yalanla dolu milli tarihlerde, resimlerde, anıtlarda, ders kitaplarında, makalelerde, şiirlerde, vaazlarda ve aptal milli marşlarda yapılan şey aynı ölçüde budalalık olarak görülsün. Vatanseverliği övdüğümüz ve genç kuşağı onunla eğittiğimiz sürece, ulusların fiziksel ve ruhsal hayatlarını yok etmek üzere silahlanmamızın devam edeceği ve savaşlar olacağı anlaşılmalıdır.
Sevgilim,
Bir ülke senin gövden kadar masum olsaydı 
Bir tek anne oğlunu devletten sormazdı...
[Şükrü Erbaş]

25 Nisan 2012 Çarşamba

Bir Sevmek Bin Defa Ölmek Demekmiş (3 Hürel)

KÖYLÜLERİ, SÖYLEYİN NASIL NASIL KURTARALIM ?..



KÖYLÜLERİ, SÖYLEYİN NASIL NASIL KURTARALIM ?..



Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz?
Çünkü onlar ağırkanlı adamlardır 
Değişen bir dünyaya karşı 
Kerpiç duvarlar gibi katı 
Çakır dikenleri gibi susuz
Kayıtsızca direnerek yaşarlar.
Aptal, kaba ve kurnazdırlar.
İnanarak ve kolayca yalan söylerler.
Paraları olsa da
Yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır.
Herşeyi hafife alır ve herkese söverler.
Yağmuru, rüzgarı ve güneşi
Birgün olsun ekinleri akıllarına gelmeden
Düşünmezler...
Ve birbirlerinin sınırlarını sürerek
Topraklarını büyütmeye çalışırlar.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz ?

Çünkü onlar karılarını döverler
Seslerinin tonu yumuşak değildir
Dışarda ezildikçe içerde zulüm kesilirler.
Gazete okumaz ve haksızlığa
Ancak kendileri uğrarlarsa karşı çıkarlar.
Adım başı pınar olsa da köylerinde
Temiz giyinmez ve her zaman
Bir karış sakalla gezerler.
Çocuklarını iyi yetiştiremezler
Evlerinde, kitap, müzik ve resim yoktur.
Birgün olsun dişlerini fırçalamaz
Ve şapkalarını ancak yatarken çıkarırlar.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz ?

Çünkü onlar köpekleri boğuşunca kavga ederler.
Birbirlerinin evlerine ancak
Ölümlerde ve düğünlerde giderler.
Şarkı söylemekten ve kederlenmekten utanırlar
gülmek ayıp eğlenmek zayıflıktır
Ancak rakı içtiklerinde duygulanır ve ağlarlar.
Binlerce yılın kalın kabuğu altında
Yürekleri bir gaz lambası kadar kalmıştır.
Aldanmak korkusu içinde
Sürekli birbirlerini aldatırlar.
Bir yere birlikte gitmeleri gerekirse
Karılarından en az on adım önde yürürler
Ve bir erkeklik işareti olarak
Onları herkesin ortasında azarlarlar.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz ?

Çünkü onlar yanlış partilere oy verirler
Kendilerinden olanlarla alay edip
Tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar.
Devlet; tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir
Devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar.
Yiğittirler askerde subay dövecek kadar
Ama bir memur karşısında -bu da tuhaftır-
Ezim ezim ezilirler.
Enflasyon denince buğday ve gübre fiyatlarını bilirler
Cami duvarı, kahve ya da bir ağaç gövdesine yaslanıp
Onbir ay gökyüzünden bereket beklerler.
Dindardırlar ahret korkusu içinde
Ama bir kadının topuklarından
Memelerini görecek kadar bıçkındırlar
Harmanı kaldırdıktan sonra yılda bir kez
Şehre giderler !..

Köylüleri niçin öldürmeliyiz ?

Çünkü onlar otobüslerde ayaklarını çıkarırlar
Ayak ve ağız kokuları içinde kurulup koltuklara
Herkesi bunalta bunalta, yüksek perdeden
Kızlarının talihsizliğini ve hayırsız oğullarını anlatırlar.
Yoksulluktan kıvrandıkları halde, şükür içinde
Bunun, tanrının bir lütfu olduğuna inanırlar.
Ve önemsiz bir şeyden söz eder gibi, her fırsatta
Gizli bir övünçle, uzak şehirdeki
Zengin bir akrabalarından söz ederler.
Kibardırlar lokantada yemek yemeyi bilecek kadar
Ama sokağa çıkar çıkmaz sünküre sünküre
Yollara tükürürler...
Ve sonra şaşarak temizliğine ve düzenine
Şehirde yaşamanın iyiliğinden konuşurlar.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz ?

Çünkü onlar ilk akşamdan uyurlar.
Yarı gecelerde yıldızlara bakarak
Başka dünyaları düşünmek gibi tutkuları yoktur.
Gökyüzünü, baharda yağmur yağarsa
Ve yaz güneşleri ekinlerini yetirirse severler.
Hayal güçleri kıttır ve hiçbir yeniliğe
-Bu verimi yüksek bir tohum bile olsa-
Sonuçlarını görmeden inanmazlar.
Dünyanın gelişimine bir katkıları yoktur.
Mülk düşkünüdürler amansız derecede
Bir ülkenin geleceği
Küçücük topraklarının ipoteği altındadır.
Ve birer kaya parçası gibi dururlar su geçirmeden
Zamanın derin ırmakları önünde...

Şükrü Erbaş

Gitmek - My Marlon And Brando (4)




"Ey Sevgili,
sen benim diego riveramsın
yıldızlarsın sen
ay ve bulutlar
haberlerdeki f16'lar
kırmızı yatağımdaki o koca bedensin.
çekmecemdeki son sigara
beni sarmalayan o koca kadife yeşil ceketsin.
bir kuş misali uçarak gitmek istediğim adamsın.
iransın suriyesin.
ha burda nöbet tutan askercik.
mezepotamyadaki en vahşi kıpkırmızı gelincik.
üzerine yattığım uçsuz bucaksız boz bir vadisin.
marlon ve brandomsun.
küvetimde yatan şişman bir melek.
sevincim acılarım tüm arzularım.
tiyatrodaki, istiklal caddesindeki eşim.
gabriel garcia marquezin son mektubusun.
ve ben de o zorbadaki her tarafından şehvet fışkıran o şişman kadınım.
kim uçurdu acaba kafamı
ben kafam olmadanda yaşarım.
çünkü elim kolum bacaklarım var sana ulaşmak için
ve birde bir el bombası gibi fırlatıp tüm kahrolası sınırları havaya uçuracak bi kalbim.. ".

Gitmek - My Marlon And Brando (4)



DİCLE

Elinde eskimiş oyuncak bir bebek!
kendi bebekliğini bilmeden büyümek...
Kapatmak istiyor gözlerini yoksulluğa!
oyuncak bebeğini esirgeyerek...
Oy öpesim gelir yanağına ayaz çalınmış,
gözleri düşlerden çalınmış mezopotamya çocuklarını!
Oy ölesim gelir kar eriten çarıksız minik ayaklarınız her donduğunda...
Oy başım alıp gidesim gelir körpe ceylanlarım kahpe pusularda her vurulduğunda..



Ben ona dedim ki;
suyun üç hali var,
dördüncüsü sensin.

24 Nisan 2012 Salı

Sormuyorum bir yolculuğa kimle çıkılır 
Ve kim yırtıp atabilir elindeki son dönüş biletinide 
Tüm yalnızlıkları mümkün kılan birileri olmalı 
Yada kalbini kederle onaran bir göçebe 
Özlemek o zaman bir çığlık olabilir belki, bir çığlık.. 


Her şeyimi adamak istediğim,varla yok arası bir köylü kızına aşıktım bluğ çağımın flu hallerinde. Üstelik aşkı bilmeden..Kıpır kıpır bir duyguydu işte, kemerden tek bir santim aşağıya inmeyen.


Diyorum ki çok çay içelim,uzun uzun susalım
Gözlerinde duralım sonra bir şiirlik uçurum
Tek ayak üzerinde beklerse yorulur mu dünya ?
Savaş soğuk, kuşlar güzel, Allah büyük.

19 Nisan 2012 Perşembe

Cesare Pavese / Yoldaş

+

...Kadınlar çok şeylerin ardından koşarlar. Yalnız paranın değil. Bak dinle, dedi sanki işten konuşuyorlarmış gibi, bu kuralın dışı yoktur. Ben kadınların ne olduğunu görmek için soyarım. Tereddüt etmezler. Ne değerde olduğunu bilen bir kadın soyunur. Ama bu yüzden bilmem neyi düşünmen gerekmez. Kadınlar başka şeyler isterler. Hepsi hırslıdır. Yalnız kendileri için bir erkeği ister kimileri. Delileri vardır. Sarhoş bir kadın gördün mü hiç? Kimileri sırf gurur yüzünden arkadaş değiştirir. Onlar paranın üstüne tükürürler... 

  "Bir akşam, Martino'yla meyhaneye gittim, ama çalmadım. Lario vardı, Gilda vardı, dansa gitmek istiyorlardı. Üç dört yeni müşteri vardı. Her şeye boş verip konuşulanları dinledim. Gilda, birlikte Valentino'ya gittikleri bir çiftten söz ediyordu. Bir sıraya oturup iki el ateş etmişlerdi. Kız ölmüş, erkek ölmemişti. 'Bu dünya ne tuhaf,' dedim içimden. Eskiden olsa 'Ellerine sağlık,' derdim."

   Dünyayı anlamanın ne demek olduğunu, kendini anlamanın ne demek olduğunu bilmiyorum aslında. Dünyayı anlamanın nerede, nasıl ve ne zaman gerçekleşeceği de meçhul. Bir meyhanenin anason kokulu ortamında da anlayabilirsiniz. Bir otel odasında, şakağınıza doğrulttuğunuz bir namlunun içindeki merminin etinizi yarıp geçmesi öncesi de olabilir bu. Yine bir otel odasında, yuttuğunuz uyku hapları ile gerçekleşebilir bu dünyayı, kendini anlama şekli. Ya da tozlarla kaplı, saman kağıdı üzerine basılmış mürekkep lekeleri içinde kaybolurken de anlayabilirsiniz dünyayı, kendinizi.

   "Olup bitenleri anlamak için okumak gerekti ama okulda öğretilen saçmalıkları değil. Bir gazetenin nasıl okunduğunu, bir mesleğin ne olduğunu, dünyayı kimlerin yönettiğini öğrenmek gerekti. Okumuşlara bağımlı olmamak için okumak gerekti. Onlardan kazık yememek için. Doğru yolun bu olduğunu, daha o sıralarda anlamıştım. Öğrenmenin hiç kuşkusuz bir yöntemi olmalıydı. Bütün bunları bilen biri de olmalıydı. Onu bulmak, bunları anladığımı ona anlatmak gerekiyordu."

   Sıradan biri, okuyup geçen biri, sorgulamayı kesebilen biri, gülmeyi bilen biri, görmemeyi, duymamayı bilen biri -ki evrende egemen olan kuram körlüktür, konuşmayı bilen biri olmak isterdim. Okumaktan, ağlamaktan vazgeçebilirdim sanırım. Hayır, cahilliği yeğlediğim gerçeği değil bu. Dünyayı anlamak, kendimi anlamak bu. Bütün sorularımın cevabını bulmak bu. Bütün değerlerimin sarsılmasını engelleyebilmek isterdim. Değerlerimi sarsacak insanları engellemek isterdim. Bilinçlenmek. Bilinçlenmek isterdim. Kendinin, dünyanın bilincine ulaşmaktır bu.

17 Nisan 2012 Salı

ÇİNGENELER


 

Gün biterken çingeneler 
inecek ovaya çengilerle 
Ateş yakılacak ve birer 

yalım düşecek kızların yüzüne

Dinle ve sorular sor kendine
Doğayı, insanı ve geceyi
neydi güzelleştiren böyle
Yolculukları güzelleştiren neydi

Tan atımına gelince vakit
istersen bir kolunu dağların omuzuna at
Unutma geceyi bütün bir ömür

Buruşturulup atılıvermiş
uzak ve ansız bir bakış
uzak bir buluttur şimdi keder

AHMET TELLİ

Kara Tahta

Kara Tahta, Kürtçe olarak çekilmiş bir İran filmi. Cannes Film Festivali'nde jüri büyük ödülü almış olan Kara Tahta, İran kırsalında kendilerine öğrenci arayan öğretmenlerin öyküsünü anlatıyor. Öğretmenler sırtlarında karatahtalarıyla, bir köyden öbürüne öğrenci aramaktadırlar. Öğretmenlerden biri olan Reeboir, gruptan ayrılır ve İran-Irak arasında kaçak mal taşıyan bir grup gençle karşılaşır. Reeboir gençleri okuma yazma öğrenmeleri için ikna etmeye çalışır ama hiçbiri bununla ilgilenmez. Okumaya zaman yoktur. Yaşamak için yaşamlarını tehlikeye atmak bütün vakitlerini doldurmaktadır.

Filmde ünlü İranlı yönetmen Bahman Ghobadi'de oyuncu olarak yer alıyor...

Nojdar - Bila Biçin (Kurdish Video)

15 Nisan 2012 Pazar

Bahar gelir, papatyalar açar, tarafımdan toplanırlar, sonra taç yapılırlar, 
ardından sevgiliye verilirler

Aynı göğün altında aynı  çırpıntıyla ürperelim istedim.
Atonal kalp ritimlerini senkronize etmekti belki aşk
Bir bozkırı ardımda bırakırken

Ayaklarımı  bırakıyorum geride,bir şehir uykuya yeni dalmışken henüz...
Susmak bir eylemi yırtmaktı bir uçtan ibr uca 
Yırtılıyorum göğsümden ayak uçlarıma
Bozkır kentlerin yaşamı mıydı hüzün 
Başkentten başkentte sürüp giden 
Ama hayat eş zamanlı iki dinamit 
İki suskunun birbirine çarpan lal ezgileri
İlk kez sesimi almıştım yanıma 
Konuşur sandım...
Aralanınca dudaklarım soluğumdun.
"Ben bu ellerimi nereye koysam yakışmıyor
Dedim ki en iyisi kucağında dursun "
Hoşçakal Şairim, bu dizeler bir göğü imha edebilir isterse.  

BAO PERSMEKE

12 Nisan 2012 Perşembe

Vazgeçtim / Ezginin Günlüğü

"susacağın zaman büyük susarsan, halkım, 
susmasını, ama iyi susmasını, sıkı susmasını, 
ağır susmasını bilebilirsen, halkım, 
sen susunca taştan su sızmaya başlar. 
hırsından ağlamak isteyip de ağlayamayan 
ergenlerin sıkılı yumruğu gibi, taştan şiir 
ve sessizlikten de hakikat sızmaya başlar. "

6 Nisan 2012 Cuma

Belgesel Tavsiyesi: Exit Through the Gift Shop (2010)




Japonların yunuslara yaptığı katliamı, işkenceyi inanılmaz şekilde kurgulayıp bizlere sunan Louie Psihoyos'un The Cove adlı belgeselini izledikten sonra "izlediğim hiçbir belgesel beni bir daha bu kadar etkilemez" demiştim kendi kendime. Hem izlediğim görüntüler hem de belgeselden çok aksiyon filmi havasında yaşanan olayların yine aksiyonvari bir şekilde ekrana aktarıldığını gördükten sonra bol bol belgesel izleme isteği içimde uyanmış ama birkaç girişimden sonra dizi ve filmlere geri dönüş yapmak zorunda kalmıştım aradığımı bulamayınca.

Bu sırada nasıl akıl edebildiysem her izleyenin çok beğenip tavsiye ettiği Exit Through the Gift Shop ile tanıştırdım kendimi. İsmini sürekli görmeme rağmen zerre bilgim yoktu kendisi hakkında. Konu okumak ve fragman izlemek gibi kötü(!) âdetlerim de olmadığından, bu garip isimli belgeseli "ne kadar iyi olabilir ki"diyerek erteleye erteleye bir kaldım ama büyük yanlış yaptığımı hem izlerken hem de izleme işlemini bitirdiğimde anladım. Meğersem müthiş bir cevher, tekrar tekrar izlenesi bir yapıt varmış ortada.

Belgeselin arkasında Banksy adında bir vatandaş var. Ki kendisini bu 1,5 saatlik filmi izleyene kadar tanımıyordum. Türkiye'de de öyle aman aman tanındığını sanmıyorum ya neyse (aramuzda mutlaka tanıyanlar, çok sevenler vardır, söz meclisten dışarı). Bu arkadaş İngiliz. Bizim genelde küfürlerle dolu olan duvarlarımızda Banksy sanatını icra ediyor. İnanılmaz çizimleri, akıl dolu göndermeleri ve yok artık dedirtecek fikirleri var duvarlarda. Şöyle bir google görselde Banksy yazıp taratın, ne demek istediğimi çok net anlayacaksınız.

Ama bu graffiti olayı tamamen illegal. Yakalandığınızda karga tulumba içeri atıyorlar. O yüzden Banksy kimliğini bugüne kadar gizlemiş. Bu belgeselde de gizlemeye devam ediyor hatta. Yüzünü kesinlikle görmüyoruz. Zaten olay yüzünde değil, parmaklarında.

Neyse, belgeselimiz Banksy vasıtasıyla bir adamın hikayesini anlatıyor. Thierry Guetta, kendini bildi bileli elinde kamerayla dolaşan bir adam. Çocuklarıyla eğlenirken, kahvaltı yaparken, araba kullanırken hatta çişini bile yaparken elinde kamerası var. Her anı, her saniyeyi kaydediyor. Ve bir gün bu graffiti sanatçılarıyla yolu kesişiyor. Ama ne kesişme. Onların attığı her adımı, yaptıkları her çizimi takip edip kayda alıyor. Yanlarından hiç ayrılmıyor, ailesine ayırdığı vakitleri azaltıyor, yeri geldiğinde ayak işlerini yapıyor, şoförlüklerini üstleniyor.

Tabii ki hikaye Fransız göçmeni Thierry Guetta'nın sadece bu ayak işlerini değil bambaşka bir olayı anlatıyor. Ama anlatırken sizi öyle bir içine çekiyor ki, hiç tanımadığınız o dünyayı öyle bir aktarıyor ki, elinize bir sprey alıp çatılara, levhalara tırmanmak istiyorsunuz.

Belgesel hakkında daha fazla yazıp keyif kaçırmak istemiyorum. Benim tavsiyeme güveniyorsanız mutlaka gözatın, mutlaka bir yerlerden edinip izleyin. Spreye, graffiteye, Banksy'e, sokak sanatçılarına ilginiz olsun veya olmasın, onları sevin veya nefret edin farketmez. Oscar adaylı Exit Through the Gift Shop (Çıkışlar Hediyelik Eşya Dükkanından) hem son zamanlarda izleyip de etkilendiğim nadir filmlerden hem de herkese tavsiye edeceğim nadir belgesellerden olup çıktı. 10/10
‎"...
Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
..." [ G. Akın ]