31 Mart 2012 Cumartesi

Ahmet Telli - Gidersen Yıkılır Bu Kent


Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider 
Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında 
Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki 
Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar 
Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı 
Üşür müydük nar çiçekleri ürperirken 

Gidersen kim sular fesleğenleri 
Kuşlar nereye sığınır akşam olunca 

Sessizliği dinliyorum şimdi ve soluğunu 
Sustuğun yerde bir şeyler kırılıyor 
Bekleyiş diyorum caddelere, dalıp gidiyorsun 
Adını yazıyorum bütün otobüs duraklarına 
Öpüştüğümüz her yer adınla anılıyor 
Birde seni ekliyorum susuşlarıma 

Selamsız saygısız yürüyelim sokakları 
Belki bizimle ışıklanır bütün varoşlar 
Geriye mapushaneler kalır, paslı soğuklar 
Adını bilmediğimiz dostlar kalır yalnız 
Yüreğimize alırız onları, ısıtırız 
Gardiyan olamayız kendi ömrümüze her akşam 

Gidersen kar yağar avuçlarıma 
Bir ceylan sessizliği olur burada aşklar 

Fiyakalı ışıklar yanıyor reklam panolarında 
Durmadan çoğalıyor faili meçhul cinayetler 
Ve ölü kuşlar satılıyor bütün çiçekçilerde 
Menekşeler nergisler yerine kuş ölüleri 
Bir su sesi bir fesleğen kokusu şimdi uzak 
Yangınları anımsatıyor genç ölülere artık 

Bulvar kahvelerinde arabesk bir duman 
Sis ve intihar çöküyor bütün birahanelere 
Bu kentin künyesi bellidir artık ve susuşun 
İsyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim 
Sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın 
Devriyeler basıyor karartılmış evleri yine 

Gidersen yıkılır bu kent kuşlar da ölür 
Bir tufan olurum sustuğun her yerde

Hakan Yılmaz & Ezginin Günlüğü - Gule



27 Mart 2012 Salı




Belinde Diyarbekir kuşağı
Zulasında kimbilir hangi hınç, hangi mısra
Yürür namus bildiği yolda...
Yürür yine de yalınayak ve
ayakları yanarak. 
 

Abdal Magusa limanı


Nâzım Hikmet - Nereden Gelip Nereye Gidiyoruz


Erkan Oğur - Zahit Bizi Tan Eyleme




Zahid bizi tan eyleme
Hak ismin okur dilimiz
Sakın efsane söyleme
Hazrete varır yolumuz

Sayılmayız parmağ ile
Tükenmeyiz kırmağ ile
Taşramızdan sormağ ile
Kimse bilmez ahvalimiz

Erenlerin çoktur yolu
Cümlesine dedik beli
Gören bizi sanar deli
Usludan yeğdir delimiz

Muhy-i ola sana himmet
Aşık isen cana minnet
Cümle alemlere rahmet
Saçar şu yoksul elimiz

Erkan Oğur -Mamoş Türküsü



Pencereden bir taş geldi
Ben sandımki mamoş geldi
Uyan mamoş uyan mamoş
Başımıza ne iş geldi

Mamoş palton tutayım mı ?
Hayrın için satayım mı ?
Di gah mamoş mamoş di gah
Başımıza yığıldı halk

Eyvah mamoş mamoş eyvah
Tabib çağır yarama bak
Mamoş ninni mamoş ninni
Bilinmez kim kime kimdi

Erkan Oğur-Derdim Çoktur Hangisine Yanayım


Derdim Çoktur Hangisine Yanayım 
Yine Tazelendi Yürek Yarası 
Ben Bu Derde Nerde Derman Bulayım 
Meğer Dost Elinden Ola Çaresi 

Efendim Efendim Benim Efendim 
Benim Bu Derdime Derman Efendim 

Türlü Donlar Giymiş Gülden Naziktir 
Bülbül Cevreyleme Güle Yazıktır 
Çok Hasretlik Çektim Bağrım Eziktir 
Güle Güle Gelir Canlar Paresi 

Efendim Efendim Benim Efendim 
Benim Bu Derdime Derman Efendim


Benim uzun boylu servi çınarım 
Yüreğime bir od düştü yanarım 
Kıblem sensin yüzüm sana dönerim 
Mihrabımdır kaşlarının arası 

Efendim efendim benim efendim 
Benim bu derdime derman efendim 

Pir Sultan'ım Katı Yüksek Uçarsın 
Selamsız Sabahsız Gelir Geçersin 
Dilber Muhabbetten Niye Kaçarsın 
Böyle Midir Yolumuzun Töresi 

Efendim Efendim Benim Efendim 
Benim Bu Derdime Derman Efendim 



Edip Cansever- Mendilimde Kan Sesleri

...
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
Dirseğin iskemleye dayalı
-- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --
Cıgara paketinde yazılar resimler
Resimler: cezaevleri
Resimler: özlem
Resimler: eskidenberi
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun çabuk
Bakıyorum da simdi
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
...



26 Mart 2012 Pazartesi

Bertolt Brecht - Halkın Ekmeği

Bilin: Halkın ekmeğidir adalet.
bakarsınız bol olur bu ekmek,
bakarsınız kıt,
bakarsınız doyum olmaz tadına,
bakarsınız berbat.
Azaldı mı ekmek, başlar açlık,
bozuldumu tadı, başlar hoşnutsuzluk boy atmaya.

Bozuk adalet yeter artık!
Acemi ellerle yuğurulan, iyi pişirilmemiş adalet yeter!
Yeter katıksız, kara kabuklu adalet!
Dura dura bayatlayan adalet yeter!

Bolsa insanın önünde ekmek, lezzetliyse,
gözler öbür yiyeceklere yumulsada olur.
Ama her şey bollaşmaz ki birdenbire...
Bilirsiniz, nasıl bolluk doğurur ekmek:
Adaletin ekmeğiyle beslene beslene.

Ekmek her gün nasıl gerekliyse nasıl,
adalet de gerekli her gün,
hem o, günde bir çok kez gerekli.

Sabahtan akşama dek, iş yerinde,eğlencede,
hele çalışırken canla başla,
kederliyken, sevinçliyken,
halkın ihtiyacı var pişkin, bol ekmeğe,
günlük, has ekmeğine adaletin.

madem adaletin ekmeği bu kadar önemli,
onu kim pişirmeli, dostlar, söyleyin?

Öteki ekmeği kim pişiren?

Adaletin ekmeğini de
kendisi pişirmeli halkın,
gündelik ekmek gibi.

Bol, pişkin, verimli.

Bertolt Brecht - Halkın Ekmeği.
Yaralıydık... Yaslıydık... Yasaklı...
.
.
.
Biz Mezopotamya'lıydık !

25 Mart 2012 Pazar

Ahmet Kaya Belgeseli


"Ne güzel bir şeydir birini koşulsuz, kuralsız, beklentisiz, olduğu gibi kabul etmek ve O'na 'iyi ki varsın' diyebilmek..."

Yaşadıklarım ve gözlemlerim bana şunu bir kez daha öğretiyor:



Kafka'nın işkence makinesi müzelik olurken, 12 Mart ve 12 Eylülcüler kıs kıs gülüyorlardı herhalde. Gözbağıyla kapatılmış yüzünüz ve çıplak bedeniniz, elektrik seansından sonra 'Filistin' askısına hazırlanırken, işkencecinin rakı ve esrar kokulu nefesi ciğerlerinize dolar ve bu iğrenç kokunun yaşama umudunuza bir saldırı olarak hatıralarınızda hep kalacağını bilirsiniz. Şimdilerde bazıları emekli olmuştur belki; bazıları hizbuldomuzbağını öğrenmektedir, bir zamanlar hizbulkontra olarak sırtını oksadıklarından. Ama birinin kahraman edasıyla Hizbullahçı sorguladığını biliyorum. Yaşadıklarım ve gözlemlerim bana şunu bir kez daha öğretiyor:
- Her işkenceci geri zekalıdır ve zekaya asla tahammülü yoktur.. Ahmet TELLİ
 

24 Mart 2012 Cumartesi

DÜNYAYI SARSAN ON GÜN

DÜNYAYI SARSAN ON GÜN 

Dünyayı Sarsan On Gün, tüm yönleriyle Sovyet Devrimi'nin canlı tanıklığını yapan bir sarsıcı bir yapımdır. 

Bu filmde, gerçek tanıklar ve görüntülerle, Rus tarihinin Çarlık despotizminden Bolşevik Devrimi'ne doğru akan zaman dilimindeki tüm evreleri ve olayları anlatılmaktadır. 

Filmde, Çarlığın baskı ve zorbalığı, halkın durumu, saray entrikaları, Rasputin, Kanlı Pazar, sosyal-demokratların tarihsel işlevi, Menşevikler/Kerenski, Lenin ve teorisi ve işçi sınıfı artı Bolşevik Partisi, eşittir devrim denklemi yer almaktadır.

Bu yapımın İngilizce kopyası ünlü sanatçı Orson Welles tarafından seslendirilmiştir. 
Görüntü ve sesleri Digital Kültür tarafından onarılan yapıt, eksiksiz çeviri ve duru bir Türkçeyle sunulmaktadır.
87 dak. S/B 

Yönetmen .....Grigori Aleksandrov, Norman Swallow
Senaryo........David Naden, Judy Seymour, FilippoOttoni
Müzik.......................S.S.C.B Devlet Film Orkestras 





Ekmeğimi Kazanırken(1939)

Yönetmen : Mark Donskoy
Senaryo Yazarı : Mark Donskoy
Tür : Dram , Biyografi
Etiketler :
Eklenmiş bir etiket yok. Etiket Ekle
Süre : 


BENİM ÜNİVERSİTELERİM (1941)

BENİM ÜNİVERSİTELERİM 
Benim Üniversitelerim, Maksim Gorki’nin dünya edebiyatının başyapıtları arasında yer alan üç kitaplık yaşam öyküsünün son bölümüdür.Çocukluğum”, “Ekmeğimi Kazanırken” ve “Benim Üniversitelerim” den oluşan otobiyografik üçlemesi tüm zamanların en çok okunan eserleri arasındadır.Maksim Gorki’nin eserlerinin bir çoğu ve üçlemenin tamamı, tiyatroya uyarlanmış dünya ve Türkiye tiyatrolarında sahnelenmiştir. 
Sovyet yönetmen, M. Donksoy tarafından sinemaya uyarlanan Benim Üniversitelerim’de Gorki, okuma aşkıyla yanıp tutuşan on altı yaşında yersiz yurtsuz delikanlı iken üniversite kenti Kazan’a gelmiş ve yaşam üniversitesinin çetin sınavlarından geçerek kendi kendisini yetiştirmiştir. Yaşamın acı veyoksulluk içinde geçen bu dönemi , ilerde gerçekçi bir yazar olmasında önemli bir rol oynayacak olan zengin deneyimler, renkli serüvenlerle delikanlılık dönemini dile getirir. 
Benim Üniversitelerim, insan tipolojisi açısından tam bir çeşitlilik sunar. Örneğin fırın sahnesinin öne çıkan karakteri olan patron Semyenov, unutulmaz bir yalınlıkta ve mükemmellikte işlenir. 
Bu film, Maksim Gorki’nin gerçek yaşamıyla neredeyse bire bir örtüşür. 
Bu nedenle, karakterlerin sağlamlığı ve gelir dağılımlarındaki dengesizliğin abartısız verilişi, çarpıcı bir gerçekliğe denk düşer. 
Bir toplumsal gerçekçi edebiyat başyapıtı ve başarılı bir sinema uyarlaması. 
Görüntü ve sesleri Digital Kültür tarafından onarılan yapıt, eksiksiz çeviri ve duru bir Türkçeyle sunulmaktadır.
95dak. S/B
Yönetmen : ...............Mark Donskoy
Görüntü Yönetmeni:.......P.Ermolov
Sanat Yönetmeni: ..........I.Stepanov
Müzik........................L.Şvartz 

Grev 1925

Sinemalar
Puanı

5.8/10 

IMDB
Puanı

/10 

Toplam Oy:

5 kişi oy verdi

Yapım:

1925  -  Rusya 

Tür:

Dram,  Politik

Süre:

82 dakika

Yönetmen:

Sergei M. Eisenstein, 

Oyuncular:

Maksim Shtraukh,  Aleksandr Antonov,  Grigori Aleksandrov, 

Görüntü Y.:

 -

Senaryo:

Sergei M. Eisenstein,  Grigori Aleksandrov, 




Filmin Özeti

'Örgüt, işçi sınıfının her şeyidir. Kitle örgütleri olmaksızın, proletarya bir hiçtir. Örgütlenme, eylem birliğidir; akıllı müdahaledir.' (Lenin, 1907)Filmin giriş vakayinamesiydi bu sözler. Bir 'Sessiz Sinema' örneğidir Stachka (Grev) ve Sergei Eisenstein'ın da filmografisindeki ilk uzun metrajlı çalışmayı oluşturur.Çarlık döneminde geçen ve propogatif bir çalışma olan filmimiz, greve giden fabrika işçileri ilâ maruz kaldıkları olaylar özelinden; mevcut rejimin halk karşıtı, mezalim, despot yüzünü açıkça (ve fazla ajitatif/sert şekilde) gözler önüne serme amacı taşır. Tabii asıl gaye emekçi kitleyi ve halkı sinema kanalıyla uyandırmak, bilinçlendirmek.Grev hakkı, Sanayi Devrimi sonrası proletaryanın edinimlerinden bir tanesi olup, nice canlara mal olan uzun ve çetin savaşımlar sonucu 'kazanılmıştır'. Öyle ya, mücadele etmediğiniz/örgütlü olmadığınız sürece hiçbir şey gökten zembille inmiyor. Ancak kapitalizm ve hizmetindeki 'legal' baskı unsurları (hukuk, emniyet vs...), kâğıt üzerinde kazanılmış olarak görülen en temel hak ve özgürlükleri dahi baltalamak, sabote etmek için elinden geleni ardına koymayacaklardır, nitekim kıymamışlardır! Tıpkı fabrikamız ve dökümhanemiz gibi...Son demlerini yaşayan Çarlık rejimini temsil eden kodaman fabrikatörlerin idare ettiği bir imalathanedeyiz. Çarklar dönüyor, demir dövülüyor. Başlangıçta bir dinginlik hakim fabrikaya. Ancak işçiler arasında hafif 'kıpırdanmalar' var. Adaletsiz çalışma koşullarından ve mevcut ücretlerden memnun olmadıkları gibi, kötü muamele de caba... 'Çarlık rejimi yararına' gibi nedenlerle meccanen (bedava) çalıştırıldıkları dahi oluyor. Patron işbirlikçisi ustabaşı tarafından hırsızlık ile suçlanan bir işçinin intiharı ise, bardağı taşıran son damladır. (Evet, ustabaşı ve gözlemciler 'sarı' bir hastalığa yakalanmış sekter/gerici kısmıdır sınıfın. Ömer Lütfi Akad'ın 'Diyet'i ve Erol Taş gelir akıllara...)Ustabaşılar tarafından grev kıpırdamaları ihbarı alan fabrika müdürünün durumu üst makamlara intikal ettirmesi ise, zincirleme bir hiyerarşik ağ dahilinde gerçekleşiyor. 'Hiyerarşi', devrimin temsil ettiklerine/çağrışım yaptırdıklarına zıt bir rükün demektir. Orada astlar ve üstler vardır, her şey kuralcı ve bürokratiktir. Sergei Eisenstein'ın ustaca yedirdiği bir dilemmayla karşı karşıyayız. (Daha sonraki yanlış uygulamalar sistemi bağlamaz!)İşçiler ise kaynayan kazan. Bildiriler dağıtılıyor, ilânlar elden ele dolaşıyor. Onlar sadece temel haklarını istiyorlar. Yönetime binaen sıraladıkları talepleri ise şunlar idi filmde: 8 saat çalışma süresi (yetişkin olmayanlarda 6 saat),İnsanca muamele görmek,Ücretlere % 30 zam....Kapitalizm, hiçbir zaman şahıslara, gündelik olaylara bağlı değildir. Kişilerin de üstünde olan ve sistemi devam ettiren tek bir olgu vardır: 'Kâr'... Dolayısıyla en merhametli, özünde müşfik bir sermayedar dahi; sistemin kendisine emrettikleri, dayattıkları doğrultusunda hareket etmekle mükellef hisseder kendini. Velev ki bu kişiler filmimizdeki fabrikatörler olsun... Evet, papyonlu ve pürolu hissedarlar odada toplanıp talepleri değerlendirmeye (!) alıyorlar. Zira çarklar çalışmıyor, baca tütmüyor. İşçiler olmadığı sürece büyük patronun sabah kahvaltısında aldığı siparişleri yetiştirebilmesi mümkün değil. 'Patronları tepede tutan her şey işçiler için yapıldı!' diyor Eisenstein. Onlar olmadığı sürece hiçbir şeye yaramaz o demir yığınları, o dev makinalar... Grev hali, üstadın 'kalabalık çekimlerdeki' ustalığını konuşturduğu sahnelerle doludur. Tıpkı Potemkin Zırhlısı’ndaki gibi kadınlı çocuklu halk yığınları ile birleşiyor işçiler. Öteki atelyeler, dökümhaneler de iş bırakmasına katılıyor; dalga dalga yayılıyor hareket. Hepsi kararlı ve yönetime bilenmiş haldeler. 'Biz olmasak makineler durur, fabrika ölür. Sermayeye karşı birleşirsek güç bize geçer, güçlü olan biz oluruz!' diyor hareketin önderleri.

Potemkin Zırhlısı (1925)

Sinemalar
Puanı

6.2/10 

IMDB
Puanı

8.1/10 

Toplam Oy:

65 kişi oy verdi

Yapım:

1925  -  Rusya 

Tür:

Dram,  Savaş,  Tarih

Süre:

75 dakika

Yönetmen:

Sergei M. Eisenstein, 

Oyuncular:

Ivan Bobrov,  Aleksandr Levshin,  Grigori Aleksandrov, Mikhail Gomorov,  Aleksandr Antonov,  Vladimir Barsky, 

Görüntü Y.:

 -

Senaryo:

Sergei M. Eisenstein,  Nina Agadzhanova,  Nikolai Aseyev, Sergei Tretyakov, 

Yapımcı:

Jacob Bliokh, 


Potemkin Zırhlısı 1925 Sovyetler Birliği yapımı sessiz filmdir.



Rusya'nın ve Avrupa'nın en eski ve büyük film stüdyosu olan Mosfilm tarafından yapılan filmin yönetmeni Sergei Eisenstein'dır. Yönetmenin ikinci filmi olan Potemkin Zırhlısı konusunu Potemkin Zırhlısı Ayaklanması olarak bilinen gerçek bir olaydan almıştı. Filmde, 1905 yılında Rusya'nın Karadeniz filosuna bağlı Savaş Gemisi Potemkin'de dayanılmaz yaşama şartlarından bezmiş mürettebatın Çar rejimine bağlı subaylara karşı başlattıkları bir ayaklanmanın sonunda gemiyi ele geçirmeleri ve sonrasında gelişen olaylar dramatize edilerek anlatılmıştır.

"Potemkin Zırhlısı Ayaklanması" 1917'de gerçekleşecek olan Ekim Devrimi'nin bir provası niteliğinde olduğu için film, 1925 yılında Sovyet hükümeti tarafından bir devrim propagandası filmi olması için özellikle ısmarlandı. Ama Sergei Eisenstein bunun çok ötesine geçerek filmde kurgu (montaj) ile ilgili kuramlarının tamamını deneme fırsatı buldu. Ortaya sinemasal açıdan da devrimci bir film çıktı, artık sinemada kurgunun hayati bir önemi olduğu anlaşılmıştı.
Potemkin Zırhlısı tüm zamanların en etkileyici filmlerinden biridir ve 1958 yılında Belçika'nın Brüksel şehrinde açılan Dünya Fuarında "tüm zamanların en büyük filmi" olarak ilan edilmişti.

Filmin tarzı ve genel bakış 
Kasıtlı bir şekilde devrim propaganda filmi olarak çekilmiştir. Eisentein bu filmde montaj yeteneklerini de test etmiştir. Rus Devrimci film yapımcılarının okulu Kuleşov film yapımı okulu daha seyirciler üzerinde montaj tekniğini hazmetmeye çalışırken, Eisenstein filmdeki montajlarıyla seyirci üzerinde muhteşem bir duygusal düşünceler oluştumayı başarıp böylece çarlık rejimi altında ezilen insanlar için sempati oluşmasını (özellikle devrimci zırhlı gemi “Potemkin”) ve cani çarlık rejimi için de nefret beslenmesini sağlamıştır ve bu etkileme düzeni o kadar kusursuz kurulmuştur ki seyirci ister istemez bir sempati oluşturur.
Eisensteinin deneyi mükemmel bir başarı elde etmişti. “Potemkin bütün Rusya'da sinemalarda oynamasına rağmen, mahkeme kararıyla diğer ülkelerin sinemalarında fazla gözükmedi. Fakat Rusya'daki ve uzakdenizlerdeki seyircileri şok eden sadece politik olaylar değildi. O zamanın teknikleriyle gerçekleştirilen üstün şiddet ve vahşet sahneleriydi. Nazi propoganda elçisi ( Joseph Goebbels ) bile film için “Eşi benzeri olmayan şaheser. Bu filmi izleyen insan bir Bolşevik olabilir.” demiştir 


incesaz kalbimdeki deniz - sesler


Jodaeiye Nader az Simin (2011)

 IMDB:8.6/10 
Filmin Konusu:
İranlı yönetmen Asghar Farhadi’nin biten bir evliliği konu alan Jodaeiye Nader az Simin/Nader ve Simin, Bir Ayrılık adlı filmi, Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı Ödülü’yle onurlandırıldı. Filmin başrol oyuncuları Leila Hatami ve Peyman Moadi’nin yanı sıra, diğer ekip oyuncularının En Iyi Kadın ve En İyi Erkek Oyuncu Ödüllerini paylaşması da filmin başarısını farklı bir boyuta taşıdı. Farhadi, Altın Ayı’yı alırken yaptığı konuşmada, “Bu ödülü kazanacağımı hiç düşünmemiştim,” dedi ve sözlerine şöyle devam etti: “Bu ödül, doğduğum, hikâyelerimi öğrendiğim ülkemin insanlarının düşünülmesi için çok iyi bir fırsat.” Geleneksel ve modern yaşama ve düşünme biçimleri arasındaki çatışmanın yanı sıra, sınıf farklılıklarını da ele alan film, bir kadının eşinden boşanmak için dilekçe vermesinin ardından yaşanan olayları anlatıyor. Film, boşanmak üzere olan ama çocuklarının velayeti konusunda ikileme düşen bir çiftin öyküsünü anlatıyor. Simin, kocası Nader ve kızı Termeh’le birlikte İran’ı terk etmek istemektedir. Nader’in Alzheimer hastası babasını bırakmayı reddetmesi üzerine boşanma davası açan Simin, dava talebi reddedilince anne babasının evine gider. Termeh ise babasıyla kalmaya karar vermiştir. Nader kızına ve babasına bakması için hamile bir genç kadını tutar; ama bu durum daha fazla soruna yol açacaktır. 

23 Mart 2012 Cuma

Yokuş Yol'a / Turgut Uyar

güllerin bedeninden dikenlerini teker teker koparırsan
dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar

dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filân sanırsan
Kürdistan'da ve Muş-Tatvan yolunda bir yer kanar

Muş - Tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan
eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar

sen bir yaz güzelisin, yaprakların ekşi, suda yıkanırsan
portakal incinir, tütün utanır, incirler kanar

bir yolda el ele gideriz, o yolda bir gün usanırsan
padişahlar ve Muşlar kanar, darülbedayiler kanar

Muş - Tatvan yolunda bir gün senin akşamın ne ki
orada her zaman otlar otlar ergenlikler kanar

el ele gittiğimiz bir yolda sen gitgide büyürsen
benim içimde çok beklemiş, çok eski bir yer kanar

Bazı insanlar

Bazı insanlar,
Onları dinlemediğim için bana kızıyorlarmış galiba.
Ya da öyle bir şeydi, Tam dinlemedim...

Ne sen beni anlıyorsun,
Ne de ben.
Ne ben anlatabiliyorum,
Ne de sen.
Besbelli, bitecek...

Sen kim oluyorsun

"Sen kim oluyorsun da benim yaşadığım hayatı yargılıyorsun ! Ben Mükemmel değilim ve olmak zorunda da değilim... Parmağın ile beni işaret etmeden önce,Ellerinin temiz olduğundan emin ol..."

İçeri Giren’e – Turgut Uyar


kapılarda bıraktılar her şeyleri her şeyleri
ey üzünç yalnız bir seni mi aldılar içeri

saatler bir açık deniz gibi kimseden yana değil
her zaman süslü püslü her zaman oldukça geri

beni bir su başına götürün bir su başına
öyle yapın, ki sileyim orada hendekleri

beni şarkılarla türkülerle aşkla donatın
pırıl pırıl yara almaz olsun bedenimin her yeri

eski kaleler eski bölümler ve eski çarşılar
bir coşkunluk diye bir odak diye bulsunlar beni

ey aklımın tarihi ey su geçirmez gücüm
unutmadın unutmadın silah tutan elleri

seni bu mazgalın nöbetine koyuyorum
Ben bir akşamsefası olarak gözetle saatleri

bana hüzün ver beni kucakla beni hep tazele
ey üzünç artık nasılsa bir seni almışlar içeri